Uzun ince bir yolculuk

MÜJDE IŞIL- David Lynch sinemaseverlerin bilinçaltını üstüne getirirken nadir de olsa sakin, düz anlatımlı ve duygusal filmler çekerdi. “The Elephant Man” ve “The Straight Story” gibi… “The Straight Story”de yaşlı bir adamın hasta kardeşiyle arasını düzeltmek için çim biçme makinesiyle uzun bir yolculuğa çıkmasını anlattı. Film, Alvin Straight’in yaklaşık 400 km’lik gerçek yolculuğuna dayanıyordu. Bu filmden neredeyse çeyrek asır sonra “The Unlikely Pilgrimage of Harold Fry/Harold Fry’ın Beklenmedik Yolculuğu”nda da benzer bir hikâyeyi izliyor ve benzer duygulara kapılıyoruz. Bu filmin kaynağı ise bir zamanlar oyunculuk da yapmış İngiliz yazar Rachel Joyce’un, 2012’de yayımlanmış ve övgülerle, ödüllerle karşılanmış ilk romanı.

Filme ismini veren Harold Fry, eşi Maureen ile sakin bir emeklilik hayatı sürer. Bir gün adreslerine bir mektup gelir. Harold’ın eski iş arkadaşı Queenie Hennessy mektubunda, kanser olduğunu ve ona veda ettiğini yazmaktadır. Harold önce ‘geçmiş olsun’ kabilinden kısa bir mektup yazarak onu postalamak niyetindedir. Ancak planı değişir ve Queenie’nin yanına gitmek için 800 km’lik yolu yürümeye başlar.

Suçluluk ve kefaret

Televizyon kökenli Hettie Macdonald’ın yönettiği ve senaryosunu, kitabın yazarı Rachel Joyce’un kaleme aldığı film bir nevi yaşlılık draması gibi görünürken aslında tüm yaşama dair bir rehber sunuyor bize. Üstelik bunu yaparken başka filmlerle yolunu kesiştirip ama onlardan farklı yollara sapıyor. Mesela Lynch’in “The Straight Story”si bu filmin çıkış noktası gibi. Ama Harold’ın yolculuğu mental ve fiziksel açıdan çok daha yıpratıcı. Filmin ilerleyen dakikalarında aile trajedisinin yıllarca nasıl yüreğine oturduğunu, ağır suçluluk hissettirdiğini anlıyoruz. Yürüyüşe uygun olmayan ayakkabıları ise onu bir nevi Hz. İsa’nın çilesiyle bütünleştiriyor. Ama Harold dindar biri değil. Queenie’yi ziyaret sebebi de eğer yanına ulaşabilirse onun ölmeyeceğine dair umudu ve inancı. Film, inancı dini bir eylem olarak değil, zihnen bir umuda tutunmak olarak tanımlıyor. Harold’un yolculuğunun (filmin ismi aslında hac yolculuğu anlamına geliyor) Forrest Gump’ın koşusuna dönüşmesi de bu açıdan anlamlı. Ama film burada da kırılma noktası yaratıyor ve Harold’ı kitlelerin liderliğiyle değil bireysel hesaplaşmasıyla başbaşa bırakıyor. Harold’ın Queenie ile ilişkisi de “45 Years”ı anımsatıyor ama onun yoluna sapmadığı gibi emekçi dayanışmasına kaydırıyor hikâyeyi. Film, klasik anlamda bir yol hikâyesi. Dolayısıyla Harold’ın yolculuğunda farklı karakterlerle karşılaştığını görüyoruz. Burada filmin mesaj verme gayreti ön plana çıkıyor. Harold ile yolu kesişen erkekler onun durumu karşısında daha çok dinleyici konumundayken ona yardım edenler hep kadınlar oluyor ki içlerinden en dikkat çekeni, İngiltere’de tuvalet temizleyiciliğinden başka iş bulamamış Slovak göçmen doktor.

Harold Fry rolünde Jim Broadbent’in performansı göz alıcı ve çok etkileyici. Eşini canlandıran Penelope Wilton, Broadbent’in rolünün ağırlığı altında hiç ezilmiyor.

SENİ YENEMEDİM İZLANDA

“Uzun süre uçuruma bakarsan uçurum da sana bakar” demişti Nietzsche. “Vanskabte land/Tanrının Unuttuğu Yer” de bunun görsel karşılığı olabilir. Film Danimarkalı rahip Lucas’ın, İzlanda’nın ıssız bir bölgesinde kilise inşa etmekle görevlendirilmesiyle başlıyor. Yolculuğunda ona bir tercüman ile bölgeyi iyi tanıyan Ragnar kılavuzluk ediyor. Hem doğadaki yolculuk hem de kilise inşası Lucas için kendini sorguladığı bir iç hesaplaşmaya neden oluyor.

“Tanrının Unuttuğu Yer”, “Vinterbrødre/Kış Kardeşleri ve “Hvítur, Hvítur Dagur/Bembeyaz Bir Gün”ün ardından üçüncü filmi Hlynur Pálmason’un. Yönetmen, senaryosunu da yazdığı bu filmde, önceki filmleri gibi seyirciyi görsel açıdan hayran bırakan ama zorlayıcı bir hikâyeye ortak ediyor. “Tanrının Unuttuğu Yer”, bireysel kayboluş odaklı bir hikâye anlatıyor gibi görünse de Danimarka ve İzlanda tarihine dair bilgi edinmeden izlemenin iyice zorlaştığı bir altmetne sahip. Vikingler tarafından kolonileştirilen İzlanda çok uzun süre Danimarka hâkimiyeti altında kalmış. Dolayısıyla Danimarkalı rahibin İzlanda doğasıyla ve kendisine kılavuzluk eden Ragnar ile ilişkisini bunu temel alarak okumak gerekiyor. Çünkü rahibin bu geziye çıkmadan önce nasıl bir karakter olduğu hakkında bilgi vermiyor film. Yolculukla onu tanımaya başlıyoruz, fotoğraf tutkusuna şahit oluyoruz. Dolayısıyla onun uçuruma bakmasıyla içinde büyüyen uçurum, İzlanda-Danimarka arasındaki sömürge ilişkisinde açıklığa kavuşuyor. Danimarka’nın üst bakışını ve sömürgeci düzenini temsil eden rahibin karşısına İzlanda’nın direnişi, onun patronluğunu ve kibrini kabul etmeyen Ragnar’da ve kızlarını ondan uzak tutmak isteyen babada vücut buluyor.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*