Müjde Işıl – Nazlı Elif Durlu’nun ilk uzun metrajlı filmi “Zuhal”, Nihal Yalçın’a geçen sene Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü kazandırdıktan bir yıl sonra vizyonda. Kadın hikâyelerinin ve kadın sinemacıların karar alanlarının artmasına ihtiyaç duyulan dönemde “Zuhal”; kentli kadın karakteri ile birlikte apartman yaşamı ve iletişimsizlik üzerine belki de çoğumuza epey tanıdık gelen bir hikâye anlattı. Biz de filmin detaylarını Nazlı Elif Durlu’dan dinledik.
Bir kedi sesinden bir film fikri nasıl çıktı?
Filmin fikri gerçek bir olaydan esinlenerek ortaya çıktı. Bir arkadaşımın arkadaşı, bana bir kedi sesi duyduğunu ama kediyi bulamadığını ve etrafındaki insanların onun akıl sağlığından şüphe etmeye başladığını anlatmıştı. İlk duyduğumda bu hikâyenin çeşitli potansiyelleri olduğunu düşündüm. Hem bir karakterin iç dünyasını anlatmak için imkân sağlayabileceğini hem de somut bir arayış içerdiği için sürükleyici bir hikâye olabileceğini, karakterin karşılaştığı engellerin onun çevresi hakkında bilgi verebileceğini düşündüm. Bu hikâyeyi duyduğum akşam, üzerinde çalışmaya başladım.
Orta-üst sınıf, meslek ve imkân sahibi bir kadın karakter ile anlatmaktaki hedef neydi?
Yazım aşamasını biraz da keşif alanı olarak görüyorum. Yani yazma sürecinde tam olarak ne anlattığıma ve nasıl anlatacağıma karar veriyorum. Bence senaryo bittiğinde bu sorular yazarın kafasında net bir şekilde cevaplanmış olmalı ama senaryo yazım sürecinde bu soruların cevapları da değişebiliyor. Ben de bu süreçte bir konu ya da bir karakter hakkında düşüncemi değiştirebiliyorum. Zuhal’in sınıfına, mesleğine, yaşına ve cinsiyetine karar verdiğimiz aşamada aslında bu hikâyenin ne anlattığını belirlemiş olduk. Zuhal’in kim olduğu; bu kedi sesinin onun için ne anlama geldiğini, bu sorunla nasıl baş edeceğini ve nasıl engellerle karşılaşacağını da belirledi. Zuhal, kâğıt üzerinde sahip olmak istediği her şeye sahip olan bir karakter ama bu kedi sesinin peşinde çıktığı yolculuk, hiç ilişki kurmadığı insanlarla ilişki kurmasını ve kendi kendine sormaktan kaçındığı soruları sormasını sağlıyor.
Kedi sesini Zuhal’in yalnızlığına isyanı olarak yorumlamak mümkün mü?
Bana sinemada da edebiyatta da yalnızlıkla ilgili olmayan bir hikâye yok gibi geliyor. O yüzden bence de kedi sesinin Zuhal’in yalnızlığıyla ve o yalnızlığın farkına varmasıyla alakası var.
Zuhal rolü en baştan Nihal Yalçın için mi yazıldı?
Nihal’e çok erken bir aşamada Zuhal rolünü teklif ettik. Onun ilk okuduğu versiyondan sonra da senaryo çok değişti. İyi oyuncular bence aynı zamanda bir çeşit yazardır. O yüzden biz Zuhal karakterine Nihal’i düşünerek eklemeler yapmamış olsak da Nihal çekim sürecinde karakterin yaratımına çok katkıda bulundu.
Sesin, Zuhal’in zihninde mi yoksa gerçek mi olduğu konusunda seyirci ikilemde kalıyor. Bunun finalde de muallakta kalması veya netleşmesi arasında nasıl seçim yaptınız?
Kedi sesini ne zaman ne kadar duyacağımız konusu hem yazım hem çekim hem de ses tasarımı aşamasında detaylı şekilde düşündüğümüz bir konuydu. Seyirciyi bu konuda manipüle etmek istemedik. Filmin ses dünyası Zuhal’in deneyimine göre tasarlandı. O bir sesi ne kadar duyuyorsa seyirci de o kadar duydu. Spoiler vermeden yorum yapmak biraz zor ama doğrusu filmin sonunun nasıl olacağı çok erken aşamada belliydi ve günümüzün karamsarlığı içinde ufak da olsa ümit verici şekilde filmi sonlandırmak önemliydi.
“Kadın yönetmen” diye cinsiyet eşitsizliğine dikkat çekmeye son verip sadece “yönetmen” diyebileceğimiz günler yakın mı?
Umarım yakındır ama doğrusu katedilmesi gereken daha çok yol var gibi geliyor bana. Film yaparken çok fazla kişiyi ikna etmeniz gerekiyor ve sizin çoğunlukla sizin çok net duyduğunuz o sesi başkaları duymuyor, duymak işine gelmiyor ya da duymamak için bahaneler uyduruyor. Ama yine tıpkı Zuhal gibi bu, bizim yılmayacağımız ya da vazgeçmeyeceğimiz bir yolculuk.
“İyi, göreceli bir kavram”
Senaryosunu yine Ziya Demirel ile birlikte yazdığınız “Ela ile Hilmi ve Ali” de şu sıralar festivallerden ödüllerle dönüyor. Nedir iyi senaryonun sırrı?
Herhangi bir konuda bir şeyin iyi olup olmaması göreceli bir kavram bence. Birisinin çok beğendiği bir film başka birisi için katlanılmaz olabiliyor. O yüzden iyi senaryonun bir sırrı olduğuna inanmıyorum, hatta ‘iyi senaryo’ ya da ‘iyi film’ diye bir şey olduğuna da inanmıyorum. İzlediğim zaman beni etkileyen ya da etkilemeyen filmler var. Bu konuda kafa yormayı hem izleyici hem de yazar-yönetmen olarak çok kıymetli buluyorum ama doğrusu bir filmin beni neden etkilediği konusunda da net bir cevap veremeyeceğim. “Bir sanat eseri bitmez ancak terk edilir” diye bir şey okumuştum. Senaryo ve film için de bu geçerli gibi geliyor ama ben kendi işlerimde pek çok yol denediğime, fikrin potansiyelinin çoğunlukla hakkını verdiğime inandığımda, bitirmekten ziyade o iş üzerinde daha fazla çalışmayı bıraktığımı söyleyebilirim.
Bir yanıt bırakın